Talha KUTAY
Kas gücüne dayanması açısından fiziksel; disiplin, azim ve kararlılık gerektirdiği için psikolojik; insanları bir araya getirme ve ortak duygudaşlık oluşturması bakımından sosyolojik bir kavram olan spor, “ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın temel unsuru olan insanın beden ve ruh sağlığını geliştirmek, kişiliğin oluşumunu, karakter özelliklerinin gelişimini sağlamak, bilgi, beceri ve yetenek kazandırarak çevreye uyumunu kolaylaştırmak, kişiler, toplumlar ve uluslararasında dayanışma, kaynaşma ve barışı sağlamak, kişinin mücadele gücünü arttırmanın yanında belirli kurallara göre, rekabet ölçüleri içerisinde mücadele etme, heyecan duyma, yarışma ve yarışmada üstün gelme amacıyla yapılan faaliyetler (Aktaran Vahapoğlu Bindesen ve Bindesen, 2016)” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde sporun, eğitim, fizyoloji, farmakoloji, ekonomi, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve hukuk gibi alanlarla ilişkisi üzerine yapılan bilimsel çalışmalar giderek artmaktadır.
Oyunu, kültürün ve toplumun oluşumu sürecinde birincil önemde gören Johan Huizinga, spora getirilen aşırı kuralların, eğlenme düşüncesinin yerini kazanma hırsına bırakmasının sporu özünden ayırdığını ifade etmektedir. Huizinga’ya göre spor, sağlıklı bir yaşam, güzel bir bedene sahip olmak, hoşa gitmek, göze girmek, madalya kazanmak için yapılmaktan öte, insanın dayanağını ve gücünü kendi doğasında bulduğu bir oyunu oynaması, kendi öz deneyimlerinden birine girip haz duyması, kendisiyle bütünleşmesi için yapılmalıdır (Vahapoğlu Bindesen ve Bindesen, 2016). Huizinga, Yunan Antik Çağı düşünürleriyle aynı minvalde düşünmektedir. Yunan Antik Çağında spor, gymnastik (beden eğitimi) ve agonistik (yarışma sporları) olmak ikiye ayrılmaktadır. Huizinga’nın spora atfettiği nitelikler beden eğitimi ile koşutluk içindedir. Yunan düşünürleri sporun bedene hizmet ettiğine dair düşüncelere karşı çıkmaktadır. Örneğin, Platon bu fikri açıkça reddetmiş ve tanrının insana verdiği iki sanat olan cimnastik ve müziğin ‘tamamen ruh uğruna’ yapıldığını ifade etmiştir. Platon’a göre, fiziksel egzersiz sadece beden sağlığı için değil ruhun uyumu ve sağlığı için yapılmalıdır (Tekin, 2023). Sokrates de felsefe ve cimnastiği, zihni daha zeki ve bedeni daha kullanışlı olmaya hazırlayan paralel ve tamamlayıcı ‘ikiz sanatlar’ olarak görmektedir (Tekin, 2023: 363).
SPOR FELSEFESİ
Spor metafiziği olarak ifade edilebilen spor felsefesi, spor üstüne ortaya koyulmuş teknik, felsefi hatta mitolojik bütün bilgilerden hareketle, spor kavramında dile gelen hakikati açıklama ve kavramın anlamında derinleşme çabasıdır (Afacan vd., 2016). Spor felsefesinin hangi felsefe alanına girdiği tartışmalı bir konudur. Spor yapan kişinin bedeninin salgıladığı endorfin hormonu nedeniyle kişi spor sonunda mutlu olmakta ve haz duymaktadır. İnsanın mutluluk arayışlarında karşımıza çıkan hazcı anlayış sporun ahlak felsefesi çerçevesinde ele alınmasını öne sürmektedir. Okçuluk karşılaşmalarında güzel bir teknik ile atılan ok veya yayın salınım hareketinin tam olarak gerçekleştirilmesi, futbol maçlarında doksana atılan goller, basketbol maçlarında basılan smaçlar gerek oyunculara gerekse izleyicilere estetik gelmekte ve estetik haz duyulmasına neden olmaktadır. Bu açıdan spor felsefesi, estetik felsefesine dahil edilebilmektedir (Vahapoğlu Bindesen ve Bindesen, 2016).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Hans Lenk, Howard S. Slusher, Eleanor Metheny ve Paul Weiss tarafından yapılan çalışmalar spor felsefesinin gelişimine hız kazandırmıştır. Kurumsal olarak ise 1972 yılında Amerikan Felsefe Birliği (Uluslararası Spor Felsefesi Birliği)’nin toplantısında ortaya çıkmıştır. ABD-Kanada merkezli olarak gelişen felsefi düşünce dünyanın geri kalanında çok fazla gelişim göstermemiştir. 2002 yılında İngiliz Spor Felsefesi Birliği, 2008 yılında Avrupa Spor Felsefesi Birliği ve 2012’de Çek Spor Felsefesi Birliği kurulmuştur (Afacan vd., 2016).
TÜRKİYE'DE SPOR FELSEFESİ
Türkiye’de sporun felsefi yönüne yönelik çalışmalar oldukça kısıtlıdır. Bunun en temel nedeni hem sporun halkta yaygınlaşmaması hem de felsefe disiplinin önyargıyla karşılanmasıdır. Bu konu da önemli çalışmalar Atilla Erdemli tarafından yapılmıştır. Erdemli, spor felsefesine yönelik önyargıları “spor insanların genellikle çocukluk ve gençlik çağlarında yaptıkları, yetişkinlikte daha ciddi konularla uğraşmaya ve daha ciddi yaşamaya başladıklarında bıraktıkları eğlendirici bir oyundur. Ne var ki, bu durumu abartıp felsefe boyutuna çıkartmak gerçekten fazla olur. Felsefe katında, felsefeye yakışan, o düzeyde ve derinliği bulunan, yaşamaya etkili konuları ele almak, o sorunsallıkla uğraşmak gerekir; daha doğrusu ayağı başa çıkartmamaya özen göstermeliyiz. Felsefe ciddi bir çalışmadır.” sözleriyle eleştirmektedir (Aktaran Vahapoğlu Bindesen ve Bindesen, 2016). Spora yönelik ilginin az olmasının bir diğer nedeni de Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkelerde spordan en düşük maliyetle yüksek kazanç elde etmek isteği ve bu istekle ilişkili olarak, spora yatırım yapma ve spor etkinliklerini ücretsiz spor alanlarında, profesyonel kimselerin eğitiminde gençlere ve çocuklara sunma düşüncesinin göz ardı edilmesidir (Afacan vd., 2016).
Sporla ilişkili yapıcı ve yaratıcı kurum ve geleneklerin gelişmediği yerlerde spor faaliyeti sadece kaba bir beden çekişmesine dönüşmektedir. Erdemli’ye göre spor bir yücelme yoludur. İnsan spor yaparak kendini gerçekleştirmektedir. Bu da aslında Yunan düşüncesiyle koşut olarak bedenin eğitilmesi anlamına gelmektedir. İnsanın spor yaparken geliştirdiği has güçlerin yaşamının sonuna kadar geliştirilmeyi istediğini belirten Erdemli, sporun her insan için hak olduğunu ve herkesin kendisine uygun sporu yapması gerektiğini ifade etmektedir. İnsanı merkez alan bir çevre olayı, bedenden başlayan bir kültür olayı olarak spor insana özgün bir yaşama biçimi kazandırmaktadır (Vahapoğlu Bindesen ve Bindesen, 2016). Erdemli’ye göre sporun önemi, işlevi ve gücü kendi dışında bir amacı bulunmamasından gelmektedir. Kısacası spor, spor için yapılmalıdır. Spor, ruh ve karakter üzerinde çok önemli bir rol oynayan bedeni ve ruhu eğitme şeklidir.
FELSEFE VE OKÇULUK
Felsefe ve okçuluk arasındaki ilişki incelendiğinde Osmanlı İmparatorluğu’na yön veren Türk-İslam felsefesi ve Asya bölgesinde yaygınlık kazanan Zen felsefesi ön plana çıkmaktadır. Osmanlı’da gerçekleştirilen ok atışları töre ve prensiplere sıkıca bağlılıktan doğan ciddi ve disiplinli bir havanın içinde gerçekleştirilmekteydi. Ok meydanlarının mescit kadar kutsal sayılması, abdestsiz veya içkili olarak girilmemesi, ok ve yaya kutsal bir eşya gibi bakılması ve atışların dua ile başlatılıp sürdürülmesi, Osmanlı’da okçuluk sporunun İslami inanç değerleriyle sarmalandığının ve yaşam ile iç içe konumlandığının önemli bir kanıtıdır (Atalay ve Akbulut, 2013). Ayrıca Osmanlı’da okçuluk, sadece salt spor olarak görülmemiştir. Uzun soluklu bir çalışma ve eğitim işi olarak görülen okçuluk sporu kendine has kurallar içinde bir beden ve ruh terbiyesi süreci olarak algılanmıştır (Tunç, 2000). Bu açıdan spor felsefesinde gelişen teorik yaklaşımlarla koşutluk içindedir. Ayrıca Yeniçeri Ocağı’na bağlı okçuların da iyi bir okçu olmakla birlikte ahlâk ve değerler noktasında yakışır bir hayat içerisinde olmaları istenmiş ve böyle bir hayatı olmayanların okçuluğu da tasvip edilmemiştir. Ayrıca yaşça büyük, kıdemli okçulara ve üstatlara saygı göstermenin, sözlerinden çıkmamanın bir gereklilik olduğu bununla birlikte atışlarda hile yapanlara, yolsuzluk ve serkeşlik edenlere müsamaha gösterilmediği, “Bizimle oturma!” denilerek örgütten çıkartıldığı ve toplumdan dışlandığı da belirtilmektedir (Küçük, 2018).
Hint-Pers kültür sahasına ait olan İrec Afşâr tarafından Farsça olarak yazılan okçuluk risalesi de okçuluğun felsefi niteliğiyle ilgili olarak önemli bir örnektir. Bir mısraında şöyle denilmektedir (Duman, 2019):
“Yaya ilk önce okçu lazım,
Yumuşak bir şekilde çekmek, doğru bir şekilde ok atmak için.”
Bu mısrada her ne kadar yay çekmek kol kuvvetiyle olsa da kola kuvvet verecek olanın gönülden yay çekmek olduğu anlatılmaktadır. Yani ok atışı gönül kuvvetiyle gerçekleşmektedir (Duman, 2019).
Zen felsefesine baktığımızda da okçuluğa dair önemli çıkarımlar yapabilmek mümkündür. Manevi gelişimlerin bir aşaması olarak tanımlayabileceğimiz Zen felsefesi, ilk olarak Çin’de başlamış ardından Kore ve Japonya’ya yayılarak Uzak Doğu ülkelerinde etkili olmuştur. Zen yalnız okçuluk ile ilgili değil, kılıç sanatı, çiçek düzenleme, çay töreni, dans ve öteki sanatlarla da ilişkilidir (Herrigel, 1994).
Zen felsefesi ve okçuluk arasındaki ilişkiye dair önemli bir eser Eugen Herrigel’in “Yay ile Ok Atış Sanatında Zen (Zen ve Okçuluk)” başlıklı kitabıdır. Günümüzde bir Japon, yay ile ok atmayı geçmişten kalan bir miras, bir vücut antrenmanı ve spor yeteneği görmek yerine kökeninin manevi alıştırmalarda aranması gereken ve manevi bir hedef tutturmadan ibaret bir yetenek olarak görmektedir. Kısacası okçuluk sırf estetik bir eğlence olarak düşünülmenin aksine bilincin (şuurun) eğitimi amacını taşımaktadır. Bu amaçtan ötürü ok sadece nişan tahtasını vurmak için atılmaz, kılıç düşmanı öldürmek için kınından sıyrılmaz, dansöz ise sadece vücudu ritmik olarak hareket ettirmek için dans etmez, aksine her şeyden önce bilinç, bilinçsizliğe uydurulmak zorundadır. Yani yay ile ok atan nişancı, önündeki nişan tahtasını vurmak görevinin kendisine verildiğini bilincinde olmamalıdır. Yay ile ok atmada, nişancı ile nişan tahtası birbirine karşı ve iki ayrı şey olmayıp, tek bir gerçek haline gelmelidir. Okçunun amacı sadece nişan tahtasını vurmak ve okçuluk sanatında ilerlemekten öte, kendi kişiliğinden soyunmayı ve eksiksiz yetkin bir tekniği benimsemeye çalışmak olmalıdır (Herrigel, 1994).
Herrigel’in okçuluk hocası Kenzo Awa verdiği derslerde ok atmanın kasları güçlendirmek için yapılmaması gerektiğini özellikle vurgulamaktadır. Okçu yayı çekerken vücut gücünü kontrol edebilmeli ve vücut gücünün tamamını kullanmamalıdır. Bu kontrol Zen felsefesinde manevi bir adım olarak görülmektedir. Okçunun ilk başta vücut kontrolünü kaybederek kirişi fazla çekmesi atışın kendiliğinden gerçekleşmesini engelleyecektir. Yani okçu yayıyla bir bütün halinde olmayacaktır. Bu durum Zen felsefesi açısından olumsuz bir durumdur. Kenzo Awa’nın diğer bir öğüdü okçunun atış yaparken, atışı nasıl yapacağını düşünmemesidir. Çünkü, başarısızlık başarıya harcanan çaba ve onun düşünülmesinden kaynaklanmaktadır (Herrigel, 1994). Genelde okçuluğa yeni başlayanlar öğretici tarafından kendisine gösterilen tekniği yapmaya çalışmak yerine, bir an önce tekniği tamamen doğru yapmaya çalışmaktadır. Kendilerini tamamen kendilerine öğretilen tekniğe verseler ve başka hiçbir işleri yokmuş gibi davransalar tekniği daha doğru ve hızlı şekilde öğrenebileceklerdir. Kısacası Zen felsefesinde temel vurgulanmak istenen nokta, atışın isabet edip etmediğinin, tekniğin olup olmadığının düşünülmemesidir. Şayet okçu öğrendiği tekniği denerken, kafasını düşüncelerden uzaklaştırırsa, başarılı bir okçu olabilecektir.
Kenzo Awa’nın da ifade ettiği üzere:
“Gerçek sanat amaçsızdır ve maksatsızdır! … Oku hedefe güvenle rastlatmak için, atışı ne derecede ısrarla ve inatla öğrenmek isterseniz, bu o derecede az başarıya ulaşacaktır ve hedef o kadar çok sizden uzaklaşacaktır. Çok ama çok istekli bir iradenizin olması, sizin için bir engel oluşturmaktadır. (Herrigel, 1994: 32)”
SONUÇ
Sonuç olarak, sağlıklı spor politikaları, uygulamaları ve spor çalışmaları için kavramsal bir çerçeve oluşturabilmek ve sporun imkan ve sınırlarını ortaya koyabilmek spor felsefesinin gelişimiyle mümkün olacaktır. Bu bağlamda spor felsefesi çalışmalarına önem vermek gerekmektedir. Her ne kadar felsefe ve okçuluk birbirine uzak kavramlar olarak anlaşılsa da okçuluğun çeşitli felsefi yaklaşımlarda varlık bulduğu görülmektedir. Okçuluğun tam anlamıyla içselleştirilebilmesi bu felsefi yaklaşımların ön plana çıkarılmasıyla mümkün olabilecektir.
KAYNAKÇA
Afacan, E., Göral, M., Çobanoğlu, G., 2016. Spor ve Felsefe İlişkisi. CBÜ Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 11(1), 46-54.
Atalay, A., Akbulut, A. K., 2013. Türk Spor Kültürünün Eşsiz Örneği: Okçular Tekkesi. Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 1(18), 144-154.
Duman, İ., 2019. Okçuluk Risalesi. Şarkiyat Mecmuası – Journal of Oriental Studies, 35, 59-70.
Herrigel, E., 1994. Yay ile Ok Atış Sanatında Zen. Umran, S. (çev.). 2. Baskı. İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları.
Küçük, M. A., 2018. İslam Öncesinden Sonrasına Türk Geleneğinde Bir Yaşam Stili: “Okçuluk”. International Journal of Cultural and Social Studies, 4(1), 178-191.
Tekin, G., 2023. Agon, arete, spor ve savaş: Antik Yunan Dönemi. ROL Spor Bilimleri Dergisi, 4(1), 359-380.
Tunç, A., 2000. Osmanlı Devletinde Spor (Okçuluk). Yüksek Lisans Tezi. Niğde: Niğde Üniversitesi.
Vahapoğlu Bindesen, Z., Bindesen, M., 2020. İnsan, Spor ve Felsefe (Spor Felsefesine Bir Giriş). Atatürk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 22(4).
Comentarios